3 Aralık 2011 Cumartesi

Paris - Eylül 2010


Paris'e dört günlük seyahatimizde ilk işimiz bir turist teknesiyle Sen Nehri'nde dolaşmak oldu. Tekne dünyanın her yerinden gelmiş insanlarla doluydu. Ben bol bol fotoğraf çektim ve çok eğlendim. Sonra güzel bir restoranda yemek yiyip Doğa Tarihi Müzesi'ne gittik.Herkese öneririm çok güzel bir müze. Buz Çağından bu yana dünyada yaşayan hayvanlar var. Biz oradayken bir de dinozor sergisi vardı, o da çok güzeldi. Müzenin üst katında çocuklar için ayrı bir salon da var. Oradaki herşeye dokunup oynayabiliyorsunuz. Oraya uğramanızı da öneririm.

Ertesi günümüzü tamamen Disneyland'a ayırdık. Oraya hızlı trenle gittik ve bütün gün kaldık. Kapılar saat 18.00'de kapanıyor. Disneyland'ı uzun uzun yazmayacağım ama oradaki oyuncakların, kızların ve oğlanların ilgi alanlarına göre değiştiğini unutmayın. Benim yaşıma uygun olan oyuncaklar arasında en sevdiklerim Karayip Korsanları'nın yeraltı şehri ve Toy Story'deki uzaylı Zurg'u ve kötü uzaylıları vurmaya çalıştığınız Buzz Lightyear'lı oyun alanı oldu. Bütün günü orada geçirdik çok çok güzeldi. Akşamüstü kapanmasına yakın büyük bir geçit töreni oluyor, giderseniz onu da kaçırmayın.

Paris'teki üçüncü günümüzde sabah erken kalkıp Eyfel Kulesi'ne gittik. Kulenin altında durmak çok değişik bir şeydi, dev bir demir yığını ama çok güzel. Asansörle en tepesine kadar çıktık ve Paris'e baktık tepeden. Ben ayrıca dürbünle de baktım aşağıya. Hava çok güzeldi o nedenle çok güzel görünüyordu herşey.
Eyfel Kulesinden inince hemen karşısındaki parkın içinde küçük bir akvarym vardı. İstanbul'daki Turkuazoo gibi bir yerdi. Yürüyerek oraya da gittik. Çok büyük değildi ama ben hayvanları çok sevdiğim için benim çok hoşuma gitti orası da. Öğle yemeğini uzaktan Eyfel Kulesini gördüğümüz güzel bir restoranda yedik. Paris'te kaldırım kenarındaki restoranlar hep birbirlerine benziyor. Dar alanda küçük masalar. Biraz sıkışık yemek yiyorsunuz ama yine de dışarıda oturmak güzeldi.


Sonra metroya binip Notre Dame Kilisesinin olduğu bölgeye gittik. Paris metrosunu da anlatmam gerek. Çok ama çok yorucu bir yer, tren değiştirmek için çok yürüyorsunuz ayrıca bazı tüneller çok soğuk, kokusunu da sevmedim. Biz bazen otobüse de bindik Paris'te. Size de öneririm, hem çok kalabalık olmuyor hem de etrafı seyredebiliyorsunuz. Annem Notre Dame Kilisesi'nin çok ünlü bir romanda geçtiğini ve romanın yıllar önce o kilisede yaşayan ve çan çalmakla görevli kambur bir adamın hikayesini anlattığını söylemişti bana. O nedenle merak ediyordum orayı. Kilisenin dışı ve içi çok güzeldi ama biz kalabalıktan üst katına çıkamadık. Oradan sonra hemen kilisenin karşı köşesindeki bir kitapçıya uğradık. Burası Paris'in ve dünyanın en ünlü kitapçılarından biriymiş. Daracık çok katlı eski bir bina. İçi hep kalabalık olurmuş. Daha çok İngilizce kitaplar var, yeni ve eski. Annemin söylediğine göre 1920'lerde açılmış.
O gün Sen Nehrinin kıyısıns ve üstündeki köprülerde dolaştık, ressamlardan resim aldık ve nehri kıyısındaki eski kitaplara baktık. Akşam da Champs Elysee'de yemek yedik.

  

Paris'teki son günümüzde ise önce bir semt pazarına gittik. Pazarlarda neler olduğunu merak ediyorum çünkü bazen hiç bilmediğim meyve ya da sebzeler görebiliyorum. Pazris'teki pazarda çok peynir çeşidi vardı. Bizim meyvelerimiz ve sebzelerimiz daha güzel bence. Sonra oradan Montmartre'a çıktık. Burayı biliyorum çünkü Kırmızı Balon adlı bir kitaptaki çocuk burada oturuyordu ve kitapta bir sürü fotoğraf vardı. Bu bölge çok güzel bir yer. Küçük bir meydanda bir sürü ressam var herkes resim yapıyor. Ben de hepsini gezdim, bana nereden geldiğimi sordular sonra bir tanesi resmimi yaptı. Resmim yapılırken geçenler bana baktılar hep.
Paris gezim çok güzel geçti ama müzeleri çok gezemnedik. Bir daha gelebilirsem müzeleri görmek isterim özellikle de Louvre Müzesini. Orada çok güzel Mısır koleksiyonu varmış, mumyalar da varmış. İnşallah Paris'e tekrar gelebilirim.