31 Aralık 2011 Cumartesi

Venedik Eylül 2011

Venedik tam bir su şehri, bu da onu şimdiye kadar gördüğüm her yerden farklı yapan en önemli şey. Bütün sokaklar suyla dolu ve tekneye binmeden dolaşmanız imkansız. Sular yükseldiği için evlerin ilk katları su dolu, o yüzden çoğu terk edilmiş. Orada Türkiye’deki vapurlar gibi ama çok daha küçüğü olan vaporettolar var. Her yere onlarla gidebiliyorsunuz. Kayıklar yerine de gondollara binebilirsiniz. Uçakla havaalanına inerken bir adaya indiğimizi gördüm. Şehre de yine tekneyle ulaşabiliyorsunuz. Giderken sazlıklarda çok garip kuşlar gördüm, bir tanesi turkuvaz renkliydi.

Ilgimi çeken bir başka şey güvercinlerdi. Şehrin her tarafı güvercin dolu. Kuşları çok sevdiğim için bu beni çok mutlu etti. Otelimiz San Marco Meydanı’na çok yakındı. Burası çok güzel ve büyük bir meydan ve güvercin dolu. Her gün şehri gezmeye başlamadan önce oraya gidip güvercinlere “Günaydın” dedik. Yem verdik, onlarla koştuk. Akşamları odamıza dönerken “İyi geceler” demek için tekrar uğradık. Ama akşamları saat 9’a doğru hepsi ortadan kayboluyor o yüzden güvercin görmek isterseniz geç kalmamalısınız. Meydanda tüm gece çok güzel müzik de çalıyor.
Şehri vaporettolarla gezdik, çoğu zaman da yürüdük. Venedik yürüyerek gezilen bir şehir, hatta biz sık sık kaybolduk ve kaybolma oyunu oynadık. Böylece hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza çok güzel meydanlar, dükkanlar, restoranlar çıktı. Sık sık mola vererek dinlendik. Bence siz de böyle yapmalısınız, gezinizden daha çok keyif alırsınız.
Annem haritayı sadece akşam odaya gelince çıkarıyordu ve o gün nerelere kadar kaybolduğumuzu bana gösteriyordu.



Venedik’te binlerce köprü var. Rialto en büyüğü ve Büyük Kanal’ın üstünde. Büyük Kanal’da vaporetto, tekne, gondol her şey geziyor. Çok trafik var ve vaporettolar hep dolu, oturacak yer bulmak çok zor. Rialto dışında Venedik’te çeşit çeşit köprü gördüm. Annemle aramızda yarışma bile yaptık, en güzel, en kısa, en sevimli köprü hangisi diye... (BİLGİ: Sokak aralarında balık tutulduğunu biliyor muydunuz? Ben orada balık tuttum.)
İki müze gezdim. Doğa Tarihi Müzesi beni çok etkiledi, bütün hayvanlar vardı. Daha önce Paris’tekini görmüştüm ama burası ondan daha güzel. Dinozor fosillerinin olduğu bölüm daha büyük, çok ilgimi çekti. Üstelik dokunmak yasak değil. Ben de dinozorlara dokundum. Farklı hayvanların olduğu birçok oda var, odalar ayrı renge boyanmış ve çok güzel süslenmiş. Orada çok uzun zaman geçirdik, gitmenizi tavsiye ederim.
Başka bir gün de Deniz Müzesi’ne gittik. Orada da yüzlerce gemi var. Savaş, helikopter gemileri, denizaltılar. Bazıları maket, bazıları gerçek.Istanbul’daki Deniz Müzesi’ne çok benziyor. Orası da çok güzeldi. 





Venedik’te benim dikkatimi çeken başka bir şey de maskeler oldu. Biz üç maske aldık. Şehrin her yeri maske dolu, bu çok hoşuma gitti. Bazıları çok korkunçtu, bazıları da çok güzel renklerde, süslü. Maskeleri takıp sokakta yürümek de çok eğlenceliydi. Annem şubatta karnaval olduğunu ve o zaman herkesin maske ve kostümlerle dolaştığını söyledi. İnşallah karnavalda da gideriz bir gün.
Venedik’teki bir günümüzde ise yine vaporettoya binip Lido’ya plaja gittik. Orası Venedik’in yazlığı gibi bir yermiş. Vaporettodan inip uzun bir caddeyi yürüyüp kocaman bir plaja varıyorsunuz. Orada denize girip deniz kabuğu topladım. Çok güzel kabuklar vardı. Deniz suyu biraz bulanık ama güzel, sahil kum ve hemen derinleşmiyor.

İtalyan yemeklerinden en çok makarnayı sevdim, özellikle de lazanyayı. İtalyanlar çok neşeli insanlar, gondolcular sürekli birbirleriyle konuşup şarkı söylüyor. Onları izlemek çok eğlenceliydi ama bazıları da turistlerden ve kalabalıktan bıkmış gibiydi. İspanyollara benzettim onları, onlar da bağıra bağıra konuşuyor ve ellerini çok kullanıyorlardı.  





Venedik’te bir de çok kitapçı olduğunu gördüm. Küçük dükkânlarda çocuk kitapları, çizgi romanlar, eski kitaplar satıyorlar. Birinin arka kapısı kanala bakıyor ve merdivenleri suya iniyordu. Orası çok ilgimi çekti. Bazı kitapları küvetlerin içine yerleştirmişlerdi. Kitaplardan yürüyecek yol kalmamıştı. Ben resimli kitaplar aldım. En çok rastladığım kitap da Marco Polo’nun hayatını anlatanlardı. Polo, Venedikli bir gezginmiş ve Italya’dan yola çıkıp bütün Asya’yı dolaşmış. Venedik’te onun maceralarını anlatan çok kitap bulabilirsiniz. Ben de çok güzel bir Marco Polo kitabı buldum.
Herkesin Venedik’e gitmesini öneririm, ben çok etkilendim ve eğlendim.

Gelibolu Ağustos 2011

Babalar - oğullar tatilinde babam, ben, Alp ve Ayberk Gelibolu'ya gittik.

Kapadokya Mayıs 2011

3 Aralık 2011 Cumartesi

Barcelona - Kasım 2010

Barcelona'da ilk gün akvaryuma gittik.Akvaryumda benim ilgimi çeken bir istakoz vardı ayrıca o istakoz kırmızı bir sudaydı. Akvaryumun en sonunda penguenler, zehirli ok kurbağaları ve de kaplumbağalar vardı. Oradan çıktıktan sonra şehir içinde dolaşıp Gaudi'nin yaptığı binaları gezdik. Gaudi çok ünlü bir mimarmış ve çok değişik binalar yapmış. En ünlüsü La Sagrada Familia adında bir kilise.

Burası çok güzel bir yer. İçinde bir bölüm var orada Gaudi'nin kiliseyi nasıl yaptığını gösteren fotoğraflar var. En çok doğadan etkilenmiş.Kilisenin içinde  ağaç gövdeleri, palmiye yaprakları ve deniz kabuklarına benzeyen yerler vardı. Uzun ayaklar ağaç kabukları ve dallar gibiydi, dar merdivenler de deniz kabukları gibi. Kiliseyi bitiremeden de bir tramvay çarpmış ölmüş. Oradan çıkınca diğer Gaudi binalarını da gezdik. Zaten hemen anlaşılıyorlar dışarıdan. Bir tanesi bir apartmandı ve balkonları dalga gibiydi. Onun tepesine çıkıp Barcelono'ya baktık.


Ertesi gün kahvaltıdan sonra Barcelona takımının stadına Nou Camp'a gittik. Çok güzel bir müzesi var ve Barcelona takımının kazandığı kupalarla dolu. Ben en çok Lionel Messi'yi seviyorum onun da eşyaları vardı orada. Stadın içine de girdik, soyunma odalarını gördük, yedek kulübelerine kadar indik, sahaya bile çıktık.


O gün ögle yemeğinden sonra Gaudi'nin yaptığı bir başka yere Park Guell'e gittik. Burası çok büyük ve güzel bir park. Şarkı söyleyip gitar çalanlar ve gösteri yapanlar var. Burada da Gaudi'nin yaptığı binalar vardı. Masallardaki evlere benziyorlardı. Benim en çok aklımda onun yaptığı rengarenk bir kertenkele heykeli kaldı.

Üçüncü günümüzde otobüse binip önce Girona kentine gittik. Orada çok dar sokaklar ve bol merdiven vardı. Bir de bir arslan heykeli vardı. Onun poposunu öperseniz şehre aşık olup tekrar geliyormuşsunuz. Girona'dan sonra Figuentes kasabasına yani Salvador Dali'nin müze evine gittik. Binanın tepesindeki yumurtalardan çok etkilendim çünkü hiç düşmüyorlardı. İçeride ise sarkık duran bir tekne vardı. İmkansız gibi bir şey! Bir odada ise tavana resim yapmıştı.

Alttan bakınca sanki, gerçekten tavanda duran insanlar varmış gibi görünüyordu. Dali çok çılgın bir ressam yani resimleri diğer ressamlardan farklı. Müzede en çok beğendiğim şey ters duran gemiydi ayrıca akan saatleri de çok güzel bence. Herkesin bu müzeyi görmesini isterim. Ayrıca yanındaki meydanda da başka heykelleri de var ve çok güzel bir restoran var.

Barcelona'yı ben çok sevdim.

 

Paris - Eylül 2010


Paris'e dört günlük seyahatimizde ilk işimiz bir turist teknesiyle Sen Nehri'nde dolaşmak oldu. Tekne dünyanın her yerinden gelmiş insanlarla doluydu. Ben bol bol fotoğraf çektim ve çok eğlendim. Sonra güzel bir restoranda yemek yiyip Doğa Tarihi Müzesi'ne gittik.Herkese öneririm çok güzel bir müze. Buz Çağından bu yana dünyada yaşayan hayvanlar var. Biz oradayken bir de dinozor sergisi vardı, o da çok güzeldi. Müzenin üst katında çocuklar için ayrı bir salon da var. Oradaki herşeye dokunup oynayabiliyorsunuz. Oraya uğramanızı da öneririm.

Ertesi günümüzü tamamen Disneyland'a ayırdık. Oraya hızlı trenle gittik ve bütün gün kaldık. Kapılar saat 18.00'de kapanıyor. Disneyland'ı uzun uzun yazmayacağım ama oradaki oyuncakların, kızların ve oğlanların ilgi alanlarına göre değiştiğini unutmayın. Benim yaşıma uygun olan oyuncaklar arasında en sevdiklerim Karayip Korsanları'nın yeraltı şehri ve Toy Story'deki uzaylı Zurg'u ve kötü uzaylıları vurmaya çalıştığınız Buzz Lightyear'lı oyun alanı oldu. Bütün günü orada geçirdik çok çok güzeldi. Akşamüstü kapanmasına yakın büyük bir geçit töreni oluyor, giderseniz onu da kaçırmayın.

Paris'teki üçüncü günümüzde sabah erken kalkıp Eyfel Kulesi'ne gittik. Kulenin altında durmak çok değişik bir şeydi, dev bir demir yığını ama çok güzel. Asansörle en tepesine kadar çıktık ve Paris'e baktık tepeden. Ben ayrıca dürbünle de baktım aşağıya. Hava çok güzeldi o nedenle çok güzel görünüyordu herşey.
Eyfel Kulesinden inince hemen karşısındaki parkın içinde küçük bir akvarym vardı. İstanbul'daki Turkuazoo gibi bir yerdi. Yürüyerek oraya da gittik. Çok büyük değildi ama ben hayvanları çok sevdiğim için benim çok hoşuma gitti orası da. Öğle yemeğini uzaktan Eyfel Kulesini gördüğümüz güzel bir restoranda yedik. Paris'te kaldırım kenarındaki restoranlar hep birbirlerine benziyor. Dar alanda küçük masalar. Biraz sıkışık yemek yiyorsunuz ama yine de dışarıda oturmak güzeldi.


Sonra metroya binip Notre Dame Kilisesinin olduğu bölgeye gittik. Paris metrosunu da anlatmam gerek. Çok ama çok yorucu bir yer, tren değiştirmek için çok yürüyorsunuz ayrıca bazı tüneller çok soğuk, kokusunu da sevmedim. Biz bazen otobüse de bindik Paris'te. Size de öneririm, hem çok kalabalık olmuyor hem de etrafı seyredebiliyorsunuz. Annem Notre Dame Kilisesi'nin çok ünlü bir romanda geçtiğini ve romanın yıllar önce o kilisede yaşayan ve çan çalmakla görevli kambur bir adamın hikayesini anlattığını söylemişti bana. O nedenle merak ediyordum orayı. Kilisenin dışı ve içi çok güzeldi ama biz kalabalıktan üst katına çıkamadık. Oradan sonra hemen kilisenin karşı köşesindeki bir kitapçıya uğradık. Burası Paris'in ve dünyanın en ünlü kitapçılarından biriymiş. Daracık çok katlı eski bir bina. İçi hep kalabalık olurmuş. Daha çok İngilizce kitaplar var, yeni ve eski. Annemin söylediğine göre 1920'lerde açılmış.
O gün Sen Nehrinin kıyısıns ve üstündeki köprülerde dolaştık, ressamlardan resim aldık ve nehri kıyısındaki eski kitaplara baktık. Akşam da Champs Elysee'de yemek yedik.

  

Paris'teki son günümüzde ise önce bir semt pazarına gittik. Pazarlarda neler olduğunu merak ediyorum çünkü bazen hiç bilmediğim meyve ya da sebzeler görebiliyorum. Pazris'teki pazarda çok peynir çeşidi vardı. Bizim meyvelerimiz ve sebzelerimiz daha güzel bence. Sonra oradan Montmartre'a çıktık. Burayı biliyorum çünkü Kırmızı Balon adlı bir kitaptaki çocuk burada oturuyordu ve kitapta bir sürü fotoğraf vardı. Bu bölge çok güzel bir yer. Küçük bir meydanda bir sürü ressam var herkes resim yapıyor. Ben de hepsini gezdim, bana nereden geldiğimi sordular sonra bir tanesi resmimi yaptı. Resmim yapılırken geçenler bana baktılar hep.
Paris gezim çok güzel geçti ama müzeleri çok gezemnedik. Bir daha gelebilirsem müzeleri görmek isterim özellikle de Louvre Müzesini. Orada çok güzel Mısır koleksiyonu varmış, mumyalar da varmış. İnşallah Paris'e tekrar gelebilirim.